19 Haziran 2011 Pazar

babalar ve görevleri:)



  Bu tarz başlıkları oldum olası sevmedim. İnsana dair çizilmiş net sınırlar ve çözüm önerilerinin yapay olduğunu düşünüyorum. Her bünyenin sunulan içeriği özümseyip kendine uyarlaması gerektiği kaatindeyim.

Pekineden böyle bir başlık? Dikkatinizi çekebilmek istedim, bilhassa babaların. Sahi istatistik sonuçlarını incelesek karşımıza nasıl bir yüzde çıkar acaba? “Çocuk eğitiminde babanın rolü” ve “çocuk eğitiminde annenin rolü” ne dair…
Elbette anneler daima öndedir. Çocukların eğitiminden, özelde kendi çocuğunun genelde ise toplumun değişiminde başroldedir kadınlar. Peki erkekler bu sırada nerededir?
Hepimiz 46 kromozom taşıyoruz ve bunların 23’ü anneden, 23’ü babadan geliyor. Anneden alınan genetik özellikler daha fazla değil yani. Peki sorumluluklar da kromozomlar gibi eşit dağılabilir mi?
Belki eşit dağılamaz ama bir denge üzerine oturtulabilir. Anneye daha çok destek olunabilir.
Küçük jestlerle hayat rahatlatılabilir. Çocuklarımızın ruhsal gelişimlerinde babaların da rolü çok büyük. Yoğun iş temposunda eve gelince dinlenmek isteyen babalar kısa da olsa rutin olarak çocuklarına vakit ayırabilmeliler. Günlük 15 dakika süren bir oyun, yemek esnasında yapılan espriler, haftasonları anneyi arkadaşlarıyla bırakıp baba-çocuk yapılan etkinlikler tüm aileye iyi gelecektir.
Eğitim dediğimizde  matematik, coğrafya gibi bilimler gelmemeli sadece aklımıza. Aslında çocuklarımız eğiten temel unsur bizlerin ev içerisindeki hal ve davranışlarımızdır. Bu nedenle babalar Tv karşısına geçerek geçiriyorlarsa tüm akşamı ve yorgun oldukları gerekçesiyle erteliyorlarsa gereksinimleri, orada içten içe büyüyen sorunlar olması kaçınılmazdır.
Sağlıklı aile olmanın yolu sağlıklı iletişim kurmaktan geçiyor. Sağlıklı iletişim kuraak toplumun da dönüşmesini mümkün kılabiliriz.
Daha çok araştıran okuyan babalar, “nasıl daha iyi baba olurum”un yollarını aşındıran babalar, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır! babalar gününüz kutlu olsun:) selman kozdere ; DÜNYANIN EN İYİ BABASI 3.BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN:)

18 Haziran 2011 Cumartesi

MUTLU OL YETER

Bir tek dileğim var; MUTLU OL YETER!

Bir yerde dinlemiştim, yapılan bir araştırmanın sonuçlarını. Genel hatlarını veriyordu toplumların. Doğulu toplumlara sormuşlardı çocuklarınızda olmasını istediğiniz 3 özellik nedir diye; onlar da cevap vermişlerdi
   * söz dinlesin * yakınlarımızdan ayrılmak istemesin * bize benzesin...
      batılı toplumlarsa; *girişimci olsun * birey olsun * özgür olsun demişlerdi, yanlış hatırlamıyorsam. 
Yanlışım da olabilir tabi ama çok şaşırtıcı bir sonuç olmasa gerek bu. Birçoğumuzun, ülkemizin coğrafi özelliklerine göz attığında dahi farkedebileceği bir ayrım bu. Doğu kültüründe hayırlı evlat olmak, anne babaya itaat etmek, onların yaşam tarzlarını ve hatta belki de en önemlisi “soy”larını devam ettirmek, bir çocuktan beklenen  en önemli görevdir.
Batılı ve belki de “modern” diye nitelenen toplumlarda ise öncelik “birey” olmaktan yanadır. Çocuğun “kendi” olması, isteklerinin, ideallerinin peşinden gitmesi, ailesinin ona herhangi bir görüşü ve yaşam tarzını dayatmaması esastır. Genel ve kaba hatlarıyla…
Peki ben?
Annesi, kızı üniversite sınavında aldığı puana rağmen, dizinin dibinde durmadığı için günlerce gözyaşı döktüğü, başarısıyla gurur duyulmasından ziyade başına buyruk davranmasından ötürü üzüntü duyduğu bir hanım evladı olarak, evladımdan ne bekliyorum?
Geleneksel olanı reddetmeyen, modern olana külliyyen teslim olmayan ama her ikisinden de kopamayan bir ara “konum”un temsilcisi olarak, kızımın hangi özellikleri taşımasını istiyorum?
Hani şu abartılmış kekstra reklamlarındaki anneler gibi “obua çalarken olimpiyat koşan” bir kız hayali kurmuyorum tabi ama hem toplumun bilinçaltımda biriktirdikleri hem de benim bir anne olarak düşlediklerim var. İlk beşi mi?
*Zengin olsun! O’na Yaratıcının üflediği ruhun, onu nerelere götürebileceğini, bedeninde büyük bir hazine gizli olduğunu bilsin. Maddenin çok çok ötesinde, sonsuz güzelliklere gebe bir dünya saklı içinde bunu bilsin ve keşfetsin.
*Özgür olsun! İsteklerinin, hırslarının, acizliklerinin esiri olmasın. Gerçek bir özgürlüğün ilhamını ancak sonsuzluktan alabileceğini farketsin. Düşünce ve duyguları öyle sınırsız olsun ki, onunla konuşmak bile, insanlarda ruhsal bir ferahlamaya sebep olsun.
*Özgün olsun! Meslek seçimi ne olursa olsun, evi kaç oda kaç salon olursa olsun, kendinden kattığı bir şeyler olsun. Elinin değdiğini kendileştirsin. Güzelleştirsin. Bunu sıradışı olmak için değil, sıradan ama kendine has olmak için yapsın.
*Adil olsun! Adaletsizliğin nerede ve nasıl gerçekleştiği farketmeksizin karşısında dursun. Kimliklerin, etiketlerin, etnik unsurların belirleyici olmadığı, adaletin anlamına ters düşmeyen sahici bir adalet anlayışı olsun.
Ne haksızlık yapsın, ne de haksızlık yapanların yanında yer alsın. Katıksız bir adalet savunucusu olmak adına meydanlarda geçirmese de olur ömrünü, ama içinin derinlerinde hiç kirlenmeyen bir vicdan canlı kalsın.
*Mutlu olsun! Mutluluğun, diş macunu paketlerinin üzerindeki gülümsemelerden daha öte anlamları olduğunu fark etsin. Gerçekten sevdiği insanlar etrafını sarsın, sarmalasın. Mutsuz olduğu zamanlar sadece mutlu zamanlarının değerini bilmesini sağlasın. Şükrünü artırsın. Bilsin ki gerçekten mutlu olmayan bir insan huzuru yakalayamaz. Hüznün derinliğini tatsın elbette ama güzel yüzündeki tebessüm hiç solmasın…

2 Haziran 2011 Perşembe

SEVGİ NEYDİ...

Sevgi
Sevgi neydi… Sevgi iyilikti, dostluktu… Sevgi emekti… demişti Asya, Selvi Boylum Al Yazmalım filminin unutulmaz son sahnesinde. Dünyanın tartışmasız en büyük sevgisi olduğu kabul edilen evlat sevgisini düşündüğümde, bunun aksini kimse iddia edemez diyorum. Anne babanın yeni doğmuş bebeği, bir yetişkin haline getirene kadar verdiği emeği, dünya yüzünde hiç bir canlı başka bir canlı için vermiyor çünkü… İlk görüşte bebeğine aşık olduğunu söyleyen annelerin sevgisi aylar geçip, verilen emek büyüdükçe daha bir katmerlenip, çoğalıyor. yaşanmışlıklar, birliktelikler arttıkça, çekilen cefalar, alınan hazlar oldukça, bezler değiştirilip, uykusuz geçirilen saatler, fedakarlıklar çoğaldıkça sevgi de gün be gün büyüyüp, çoğalıyor.
Emek ile elde edilen mutluluklar daha kalıcı oluyor. Çaba göstermeden, fedakarlık yapmadan, istediğimiz anda elde ettiğimiz mutluluklar ise uçup gidiyor, bünyede asimile oluyor, unutuluyor. Eğer mutluluk, aldığımız bir çift ayakkabı ya da verdiğimiz iki kilodaysa, tek taşlı bir yüzüğe sonsuz sevgi anlamını yükleyebiliriz. Ama paylaşımla, emekle, fedakarlıkla, bazen alttan almakla, bazen sabırla harmanlanan bir sevgiyse inandığımız, o zaman günler yeter mi yaşamaya, hediyelere sığar mı acaba…
Sizi filmin son repliğiyle başbaşa bırakırken, düşünüzdeki sevginin hep yanıbaşınızda olmasını diliyorum…
İlyas: Asyam.. Al yazmalım..
Asya: Samet baba demişti.. Onu babalığa seçmişti.. Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti..
İlyas: Asya..
Asya: Durursam bir daha kurtulamam..
İlyas: Ziyanı yok, gülüşü yeter bize..
Asya: Yüreğim kaydıysa günah mı?
İlyas: Çamura saplansam yardıma gelir misin?
Asya: Elini tuttum.. Sıcacıktı.. Yüreği elimdeymiş gibi..
İlyas: Elinden tutuversem benimle gelir mi?
Asya: Seninim işte.. Alıp götürsene beni…