25 Kasım 2011 Cuma

KANATLARINIZMI VAR? BİLMEM:(

Kanatlarınız var mı?
“Çocukların köklerine ve uçmak için kanatlara ihtiyacı vardır” demiş Goethe. Gerçekten de doğru.
  Sevgili anneler Can alıcı bir soru sorsam sizlere: Acaba cocuklarımızın kanatlara kavuşma-larını ne kadar yürekten diliyoruz? Babalar adına konuşmayım, bu işi onların sözcülerine bırakmalı. Ama anneler olarak sanki hepimizin içinde bir ses dürüstçe “bilmem ki, evet ama…” demiyor mu? Annelik başlı başına bir tutma hali. Tıpkı kökler gibi. Doğası gereği öyle. En başından organik bir bağla bağlanmıyor muyuz çocuklarımıza? Göbek bağı başka nedir ki?  Onu, yaşam halkalarının kurulduğu ilk andan itibaren tutmaya, taşımaya, büyütmeye yönelik işliyor bedenimiz, hormonlarımız. Gerçek bir koruyucu.
Büyüyorlar, parmaklarından tutuyoruz; yürümeyi öğrenirken zarar gelmesin diye. Hep arkalarında duruyoruz; koşarken kötü düşmesinler diye. Biraz zaman geçiyor, birlikte dolaşmaya çıkıyoruz, bir elimiz hep ellerinde. Bir yandan da eğitmeye çalışıyoruz şu hormonları: Hep tutma, bırak yürüsün, bırak koşsun, bırak düşsün hatta! Ama o gözümüz hiç uzaklaşmıyor üstlerinden. Yuvaya, okula başladıklarında biz bırakmayı öğreniyoruz biraz biraz, onlar bırakılmayı. Ama çocuklarımız el sallayıp da içeri girene dek, hangimizin gözü başka bir tarafa kayıyor? 
       Nereden nereye geldim… Pekala, diyelim eğittik kendimizi. Diyelim anneliğin sırf tutmaktan ibaret olmadığını; el vermenin, onu kendi başına güçlü kılmanın kıymetini keşfettik. Kanat takabilmelerini nasıl öğreteceğiz? Biz kanatlanmamışsak eğer bunca yıl, bir uzun yaşam, onlara nasıl yardım edeceğiz? Ya… Yine oklar bize döndü değil mi? Hayat böyle işte. Kendimize bakmadan bir başkasına katkı koymak neredeyse imkansız.
O nedenle sevgili anneler: Biliyorum çok zor, biliyorum zamansızız, biliyorum yorgunuz, koşturup duruyoruz. Ama çocuklarımızın önünü açacaksak eğer, eğer onlara kanatlanmayı öğreteceksek bir gün, kendimizi unutmayalım. Bizi mutlu edecek, özgürleştirecek uğraşları sorgulayalım. Çocuklarımız hayatı keşfetmeyi öncelikle bize bakarak öğreniyorlar. Cesaretlerinin de, korkularının da kaynağı bizleriz. Kanadı kırık bir annenin yavrusu uçabilir mi, ne dersiniz?

13 Kasım 2011 Pazar

GÜZEL KIZIM 3 YAŞINDA

GÜZEL GÖZLÜ MELEĞİM...

Her gün şükürdeyim Yaradan’a, 
Seni bana hediye ettiği için, 
Varmı böyle güzel bir duygu dünyada, 
Büyür sevgisi yürekte çiçek gibi... 

Gözlerim nurlanır yüzüne baktığımda, 
Yüreğim darlanır gül yüzün kalırsa uzağımda, 
Yuvam şenlenir bülbül sesini duyduğumda, 
Güzel gözlü meleğim iyiki doğdun... 

Hayatıma anlam getiren sensin, 
Bu canıma can katan sensin, 
Başımı dik tutan onurumsun, 
İnan yavrum tek mutluluğumsun... 

Her gün şükürdeyim Yaradan’a, 
Dillerim niyazda, hergün duada, 
Bütün mutlulukları sana gönderiyorum, 
Güzel gözlü meleğim seni çok seviyorum... 

Her zaman yüreğimde sevgin olacak, 
Annelik duygusunu seninde yüreğin tadacak, 
Rabbim sana da senin gibi bir melek versin, 
Rabbim ömrüne ömür eklesin, 
Güzel gözlü meleğim doğum günün kutlu olsun...



iyiki doğdun kuzucum




3 yıl önce  sen daha doğmamıştın bebeğim,karnımdaki kıpırtıların ,içimde atan yüreğin bizi birbirimize bağlayan bağ öylesine kuvvetliydiki sürekli elim karnımdaydı ve sen  24 saat hareket ediyordun,hiç durmadan bana varlığını haber veriyordun . ...
İlaç kokan hastanelerin,bütün tedavilerin,onca uğraşların ,çekilen tüm acıların mükafatıydın sen bana...
     Aslında herşey babanı sevmemle başladı...ben babana aşık oldum oda bana.....ve yıllarca içimde büyüttüm seni,sevgini besledim yüreğimde,umutsuzluğa düştüğümde sana olan hasretim sevgim ,babana olan aşkım inancım ,umudum oldu..
     7 yıl hergün senin hasretinle yaşadım.şimdi kollarımda,yüreğimde,canımda ve koynumdasın....
     KIZIM,yürek sızım annen seni çok seviyor...iyiki doğdun bebeğim...



  

4 Ekim 2011 Salı

yaşam sevinçim

           Bir şeyleri yerinde tutmak, durumları farklılaştırmak için olan direncim her zamankinden fazla. Umut her zamankinden fazla. İnsana olan inancım,dünyanın ışıltılı maviliği her zamankinden fazla. Değişmek değiştirmek adına ne varsa, hepsinden fazla fazla var yüreğimde. Artık anneyim çünkü. Hayatıma yeni bir hayat katıldı, daha güçlüyüm. Öğrenmeye açlığım yenilendi. Bir süredir bilmek ihtiyacım kalp atımı gibi ritimli hale gelmişti. Oysa şimdi coşkun bir sevinçle öğrenmek istiyorum, ilk gençliğimdeki gibi, çocukluğumdaki gibi.   
        Baharda incecik taze uçlar veren dal gibiyim. Bilen bilir ağaçların o taze sürgünlerini, taze yeşilliğinin insana kattığı tarif edilmez neşeyi. Bir şeylere sahip çıkmak, onarmak, yakalamak, koşturmak, fikrimi genişletmek için hazırım. Artık anneyim…  
          İçimdeki çocuk zayıflamışken girdi hayatıma kızım. Biricik bebeğim benim. Bir insanın kök dişlerine bile hayran olunur mu? Oluyorum işte. Her şeyi öyle taze öyle yeni ki. Hayranlığındayım dişi çıkarken görmenin, büyümeyi adım adım takip etmenin. Hayatın gücünün, yaşamın devamının önemliliğinin.....           
  "Bu çocuk seni yarı çılgın yaptı" diyenlere gülüp geçiyorum. Dişlerini, dişetlerini, gülücüğünü, yürüyüşünü,konuşmasını,yaptığı yaramazlıkları,herşeyini en ince ayrıntısına kadar anlatıp bıktırıyorum dostlarımı. kızımın hayatla bağımı kopartmak yerine daha fazla güçlendirmesini seviyorum. Daha fazla şey bilmek ihtiyacımı genişletmesini de seviyorum.     
           Karar verdiğim her şeyi yapabilirim artık ,daha güçlüyüm, canıma can katıldı çünkü. Artık anneyim çünkü. Yaşam dize gelsin önümde, korkutmasın yüreğimi hiçbir zorluk. Benim korktuğum kadar korkacak çünkü kızım, benim olduğum kadar cesur olacak. Benim bildiğim kadar ve hatta çoğunu bilecek. Yolumu nasıl bulacağımı bilirsem o da kaybolmayacak. Vicdanımdan başka kimselere hesap verme zorunluluğunu hissetmezsem, o da bilecek terazisini vicdanından yana kullanmayı. Benden öğrenecek güçlü olmayı, sorunlarını çözmeyi. Nezaketi, iyiliği, paylaşmayı benden öğrenecek. Benim ona bıraktığım insani miras kadar gelişecek insani yetenekleri… Toplumun ona bıraktığı yaşam sorunları kadar boğuşmak zorunda kalacak hayatla.         
      En başında bir karar almıştım kızımla ilgili. çok güzel, çok akıllı, çok yetenekli olması gerekmeyecekti. Hiçbir şeyden sadece ben öyle istiyorum diye “çok olmasını” istemeyecektim. ceylin kocaman bir boşluktu aklımda, büyüdükçe o kocaman boşluğa kendi resmini yapmasını istiyorum. Ancak olmasını çok istediğim, doğrusu dilediğim tek şey var kızımla ilgili; Yaşam sevinci coşkusu eksik olmayan bir yetişkin olması... Bu coşkuyu ona kazandırmanın tek yolu da "Kendimizin yaşam coşkusuna sahip olmasından" geçiyor sanırım...güzel kızımla beraber yaşam çoşkumda arttı...hayat seninle güzel ...iyiki varsın kızım...  



14 Temmuz 2011 Perşembe

ben anneyim...

Ben anneyim...
     Sevgilerin en güçlüsü ile ödüllendirildim. Yüreğimde en yoğun duyguları taşıyorum. En güzel uykusuzluğu ben yaşadım. En sevimli tekmeyi ben hissettim karnımda. Öpücüklerle yaraları iyileştirdim bazen, bazen masallarla dünyalar yarattım. Endişenin de en büyüğünü yaşadım, mutluluğun da... Ben anneyim, geleceği inşa ediyorum diğer annelerle birlikte...
                                                                                                                                                                                




        Canım kızım hayat sana hep gülsün,her istediğin olsun,öyle güzel şeyler yaşaki;dopdolu,huzurlu,başarılı,sağlıklı ve çook mutlu... 
seni çok seviyorum kuzum...............
                                                                                                                                                                     ANNEN CEYDA

9 Temmuz 2011 Cumartesi

anne çantası

     Anne olmadan öncede olduktan sonrada  tek takıntım çantalardı.ayakkabı ,elbise vs.gibi takıntılarım çok fazla olmadı ama çantalar vazgeçilmezdi benim için.çeşit çeşit ,irili ufaklı,renkli renkli bir sürü çantam oldu hep:) hatta eşim hep yinemi çanta der:) evde bir sürü var,aynısından geçenlerde almadınmı diyip şikayet eder...:)
    Çanta takıntım hala öyle fakat biraz farklı .şimdi çantalarım bavul gibi.içinde ıncık cıncık dolu.içindekileri teker teker yazıcam şimdi:)
1- ceylin için iç çamaşırı
2-ceylin için yedek elbiseler
3-ceylin için ıslak mendil
4-ceylin için selpak mendil
5-ceylin için defans böcek kavucu (kene ısırmasından sonra her türlü tedbiri aldım)
6-ceylin için eti cin
7-ceylin için bir adet küçük top.
8-ceylin için toka
9-ceylin için 1 şişe su
sanırım ceylin içinler epey uzun oldu:) gelelim ceyda için olanlara;
1- 2 adet parfüm.niye 2 tane derseniz.( 1 tanesini ceylin teyzesinin odasından, anneannesinden izin alarak çantama koymuş) yeni farkettim:)))
2- 1 adet krem
3-1 adet ruj
4-1 adet toka
5-novaljin ağrı kesici
6-cüzdan
7-1 adet yeşil çay:)))
8-1 tutam kart ve alışveriş  fişi.(atılacak)
9-fotoğraf makinası
10- cep telefonu...
11-güneş gözlüğü.
12-tarak
...............................................................................................................................................
işte böylee:) bu çantamın temizlenmiş,fazla şeylerin çıkarılmış hali....sanırım ceylin büyüyüp kendi çantası olana kadarda bu böyle devam edip gidecek:)

19 Haziran 2011 Pazar

babalar ve görevleri:)



  Bu tarz başlıkları oldum olası sevmedim. İnsana dair çizilmiş net sınırlar ve çözüm önerilerinin yapay olduğunu düşünüyorum. Her bünyenin sunulan içeriği özümseyip kendine uyarlaması gerektiği kaatindeyim.

Pekineden böyle bir başlık? Dikkatinizi çekebilmek istedim, bilhassa babaların. Sahi istatistik sonuçlarını incelesek karşımıza nasıl bir yüzde çıkar acaba? “Çocuk eğitiminde babanın rolü” ve “çocuk eğitiminde annenin rolü” ne dair…
Elbette anneler daima öndedir. Çocukların eğitiminden, özelde kendi çocuğunun genelde ise toplumun değişiminde başroldedir kadınlar. Peki erkekler bu sırada nerededir?
Hepimiz 46 kromozom taşıyoruz ve bunların 23’ü anneden, 23’ü babadan geliyor. Anneden alınan genetik özellikler daha fazla değil yani. Peki sorumluluklar da kromozomlar gibi eşit dağılabilir mi?
Belki eşit dağılamaz ama bir denge üzerine oturtulabilir. Anneye daha çok destek olunabilir.
Küçük jestlerle hayat rahatlatılabilir. Çocuklarımızın ruhsal gelişimlerinde babaların da rolü çok büyük. Yoğun iş temposunda eve gelince dinlenmek isteyen babalar kısa da olsa rutin olarak çocuklarına vakit ayırabilmeliler. Günlük 15 dakika süren bir oyun, yemek esnasında yapılan espriler, haftasonları anneyi arkadaşlarıyla bırakıp baba-çocuk yapılan etkinlikler tüm aileye iyi gelecektir.
Eğitim dediğimizde  matematik, coğrafya gibi bilimler gelmemeli sadece aklımıza. Aslında çocuklarımız eğiten temel unsur bizlerin ev içerisindeki hal ve davranışlarımızdır. Bu nedenle babalar Tv karşısına geçerek geçiriyorlarsa tüm akşamı ve yorgun oldukları gerekçesiyle erteliyorlarsa gereksinimleri, orada içten içe büyüyen sorunlar olması kaçınılmazdır.
Sağlıklı aile olmanın yolu sağlıklı iletişim kurmaktan geçiyor. Sağlıklı iletişim kuraak toplumun da dönüşmesini mümkün kılabiliriz.
Daha çok araştıran okuyan babalar, “nasıl daha iyi baba olurum”un yollarını aşındıran babalar, yeni nesil sizlerin eseri olacaktır! babalar gününüz kutlu olsun:) selman kozdere ; DÜNYANIN EN İYİ BABASI 3.BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN:)

18 Haziran 2011 Cumartesi

MUTLU OL YETER

Bir tek dileğim var; MUTLU OL YETER!

Bir yerde dinlemiştim, yapılan bir araştırmanın sonuçlarını. Genel hatlarını veriyordu toplumların. Doğulu toplumlara sormuşlardı çocuklarınızda olmasını istediğiniz 3 özellik nedir diye; onlar da cevap vermişlerdi
   * söz dinlesin * yakınlarımızdan ayrılmak istemesin * bize benzesin...
      batılı toplumlarsa; *girişimci olsun * birey olsun * özgür olsun demişlerdi, yanlış hatırlamıyorsam. 
Yanlışım da olabilir tabi ama çok şaşırtıcı bir sonuç olmasa gerek bu. Birçoğumuzun, ülkemizin coğrafi özelliklerine göz attığında dahi farkedebileceği bir ayrım bu. Doğu kültüründe hayırlı evlat olmak, anne babaya itaat etmek, onların yaşam tarzlarını ve hatta belki de en önemlisi “soy”larını devam ettirmek, bir çocuktan beklenen  en önemli görevdir.
Batılı ve belki de “modern” diye nitelenen toplumlarda ise öncelik “birey” olmaktan yanadır. Çocuğun “kendi” olması, isteklerinin, ideallerinin peşinden gitmesi, ailesinin ona herhangi bir görüşü ve yaşam tarzını dayatmaması esastır. Genel ve kaba hatlarıyla…
Peki ben?
Annesi, kızı üniversite sınavında aldığı puana rağmen, dizinin dibinde durmadığı için günlerce gözyaşı döktüğü, başarısıyla gurur duyulmasından ziyade başına buyruk davranmasından ötürü üzüntü duyduğu bir hanım evladı olarak, evladımdan ne bekliyorum?
Geleneksel olanı reddetmeyen, modern olana külliyyen teslim olmayan ama her ikisinden de kopamayan bir ara “konum”un temsilcisi olarak, kızımın hangi özellikleri taşımasını istiyorum?
Hani şu abartılmış kekstra reklamlarındaki anneler gibi “obua çalarken olimpiyat koşan” bir kız hayali kurmuyorum tabi ama hem toplumun bilinçaltımda biriktirdikleri hem de benim bir anne olarak düşlediklerim var. İlk beşi mi?
*Zengin olsun! O’na Yaratıcının üflediği ruhun, onu nerelere götürebileceğini, bedeninde büyük bir hazine gizli olduğunu bilsin. Maddenin çok çok ötesinde, sonsuz güzelliklere gebe bir dünya saklı içinde bunu bilsin ve keşfetsin.
*Özgür olsun! İsteklerinin, hırslarının, acizliklerinin esiri olmasın. Gerçek bir özgürlüğün ilhamını ancak sonsuzluktan alabileceğini farketsin. Düşünce ve duyguları öyle sınırsız olsun ki, onunla konuşmak bile, insanlarda ruhsal bir ferahlamaya sebep olsun.
*Özgün olsun! Meslek seçimi ne olursa olsun, evi kaç oda kaç salon olursa olsun, kendinden kattığı bir şeyler olsun. Elinin değdiğini kendileştirsin. Güzelleştirsin. Bunu sıradışı olmak için değil, sıradan ama kendine has olmak için yapsın.
*Adil olsun! Adaletsizliğin nerede ve nasıl gerçekleştiği farketmeksizin karşısında dursun. Kimliklerin, etiketlerin, etnik unsurların belirleyici olmadığı, adaletin anlamına ters düşmeyen sahici bir adalet anlayışı olsun.
Ne haksızlık yapsın, ne de haksızlık yapanların yanında yer alsın. Katıksız bir adalet savunucusu olmak adına meydanlarda geçirmese de olur ömrünü, ama içinin derinlerinde hiç kirlenmeyen bir vicdan canlı kalsın.
*Mutlu olsun! Mutluluğun, diş macunu paketlerinin üzerindeki gülümsemelerden daha öte anlamları olduğunu fark etsin. Gerçekten sevdiği insanlar etrafını sarsın, sarmalasın. Mutsuz olduğu zamanlar sadece mutlu zamanlarının değerini bilmesini sağlasın. Şükrünü artırsın. Bilsin ki gerçekten mutlu olmayan bir insan huzuru yakalayamaz. Hüznün derinliğini tatsın elbette ama güzel yüzündeki tebessüm hiç solmasın…

2 Haziran 2011 Perşembe

SEVGİ NEYDİ...

Sevgi
Sevgi neydi… Sevgi iyilikti, dostluktu… Sevgi emekti… demişti Asya, Selvi Boylum Al Yazmalım filminin unutulmaz son sahnesinde. Dünyanın tartışmasız en büyük sevgisi olduğu kabul edilen evlat sevgisini düşündüğümde, bunun aksini kimse iddia edemez diyorum. Anne babanın yeni doğmuş bebeği, bir yetişkin haline getirene kadar verdiği emeği, dünya yüzünde hiç bir canlı başka bir canlı için vermiyor çünkü… İlk görüşte bebeğine aşık olduğunu söyleyen annelerin sevgisi aylar geçip, verilen emek büyüdükçe daha bir katmerlenip, çoğalıyor. yaşanmışlıklar, birliktelikler arttıkça, çekilen cefalar, alınan hazlar oldukça, bezler değiştirilip, uykusuz geçirilen saatler, fedakarlıklar çoğaldıkça sevgi de gün be gün büyüyüp, çoğalıyor.
Emek ile elde edilen mutluluklar daha kalıcı oluyor. Çaba göstermeden, fedakarlık yapmadan, istediğimiz anda elde ettiğimiz mutluluklar ise uçup gidiyor, bünyede asimile oluyor, unutuluyor. Eğer mutluluk, aldığımız bir çift ayakkabı ya da verdiğimiz iki kilodaysa, tek taşlı bir yüzüğe sonsuz sevgi anlamını yükleyebiliriz. Ama paylaşımla, emekle, fedakarlıkla, bazen alttan almakla, bazen sabırla harmanlanan bir sevgiyse inandığımız, o zaman günler yeter mi yaşamaya, hediyelere sığar mı acaba…
Sizi filmin son repliğiyle başbaşa bırakırken, düşünüzdeki sevginin hep yanıbaşınızda olmasını diliyorum…
İlyas: Asyam.. Al yazmalım..
Asya: Samet baba demişti.. Onu babalığa seçmişti.. Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu. Sevgi emekti..
İlyas: Asya..
Asya: Durursam bir daha kurtulamam..
İlyas: Ziyanı yok, gülüşü yeter bize..
Asya: Yüreğim kaydıysa günah mı?
İlyas: Çamura saplansam yardıma gelir misin?
Asya: Elini tuttum.. Sıcacıktı.. Yüreği elimdeymiş gibi..
İlyas: Elinden tutuversem benimle gelir mi?
Asya: Seninim işte.. Alıp götürsene beni…

28 Ocak 2011 Cuma

anne olunca anlarsın


          Bebeğim için tuttuğum günlüğe, söylediği yeni sözcükleri   yazdım. Gittikçe dolan sayfada “Anne“ ile başladığımız kelime haznemiz ne kadar da genişlemiş, öyle ki istediği bir şey olmadığında eni konu bana laf sayacak kadar ilerletmişiz konuşmayı.
    Sandalyeye, tabureye, sehpaya, çıkılacak ne kadar yer varsa hepsine önce “çıkılmaz!" deyip, sonra da en sevimli yüz ifadesiyle çıkıyoruz . Ben tabii hanımefendinin emrine amade, düşmesin, incinmesin diye siper olmuş bekliyorum yanında.:)) 
    Varlığını ilk öğrendiğim gün günlük tutmaya başladım kızım için. Hamileliğim boyunca hissettiklerimi anlattım bebeğime. Ultrason resimlerini bir bir yapıştırdım.  Onu kaybetme korkusunu, tedirginlikle ,heyecanla yaşadığım hamileliğimi yine onunla paylaştım. Uygun olacağını düşündüğüm isimleri yazdım. Nasıl da heyecanla beklediğimi, tedirginlikle geçen hamileliğimde uyumadığım, nedensiz ağlayıp durduğum gecelerde elimden geldiğince anlattım. Ona kavuştuğumda hissettiklerimi, boyunu, kilosunu, aşılarını her şeyi yazdım.
        Annelik ne garip değil mi? Nasıl yüce, nasıl tarifsiz bir duygu. Aylarca bedeninin bir parçası gibi taşıyor, onunla yepyeni bir hayata doğuyorsun. Uykusuz geceler, bitmek tükenmek bilmeyen gaz sancılarına verilen savaşlar, bir elinde derece, bir elinde ateş düşürücü, başucunda geçen saatler… Hiçbiri zoruna gitmiyor. Demirden leblebi sanki… Bir gülüşü, o küçücük bedeniyle bir sarılışı dünyalara bedel. Hele bir de neşelenip kahkahalarla gülüyorsa daha ne olsun!...
          Ben çok sevdim anneliği, bazen özlesem de eski günlerimi, 7 / 24 hizmetten yorulsam da hiçbir şeye değişmem bu duyguyu.           
         
         Kadın olmak, anne olmak, bir can dünyaya getirip onu delicesine bir sevgiyle, aşkla sevmek. Bir kaşık daha yesin diye türlü şaklabanlıklar yapmak, uğruna uykundan, kariyerinden, kendinden, tüm düzeninden aylarca, yıllarca vazgeçmek…

           Üşümesin, düşmesin, incinmesin, ağlamasın diye hep korumaya çalışmak… Peki nereye kadar? Bazen düşünüyorum da ceylin de büyüyecek, sevecek, sevilecek, incinecek. Nereye kadar koruyabilirim ki? Yaşadıkça anlayacak, alması gereken yaraları alacak, arkadaşlığı, dostluğu, aşkı, nefreti, paylaşmayı, hırsı, hayatı öğrenecek.

            Keşke günlüğüne bunları da yazabilsem, keşke kızıma hayatın getireceklerini o hiç incinmeden anlatabilsem. O güzel, çekik gözlerinden bir damla yaş akmadan, içi yanmadan onu koruyabilsem… İmkansızı başarabilsem… Sımsıkı sardığım kollarımdan, hayata bırakırken ona doğruyu, yanlışı, iyi ve kötüyü öğretip beklemekten, güvenmekten ve dua etmekten başka elimden hiçbir şey gelmez ki. O da yaşaması gerekenleri yaşayacak ve ben onunla gurur duymak için, ona sarılmak için, hangi yolu seçerse seçsin yanında olmak için kayıtsız şartsız bekliyor olacağım.

           Anne olunca anlarsın dedikleri bu işte, ergenlik dönemlerimizde anlaşamadığımız annelerimizin en sık kullandıkları cümle. Biraz sitem, biraz kızgınlıkla sarfedilen bu sözcükler şimdi öyle anlamlı ki hayatımda. Keşke anne olmadan da anlasak ne zorluklarla büyüdüğümüzü, keşke anne olmadan da annemizin fedakarlıklarını gözardı etmesek, keşke anne olmadan da annemiz hayattayken onun kıymetini bilsek…

           Güzel kızımın günlüğünü o büyüyene kadar yazmak istiyorum, sonra ona hediye edeceğim.
           Umarım o kadar emeğime “Aman anne, böyle boş işlerle mi uğraştın! “ demez :) Ben de günlüğün son sayfasına “Anne olunca anlarsın! “ yazayım bari…
Sevgiyle kalın…

9 Ocak 2011 Pazar






Kendimi anlatmaya çalıştığım bir kolaj... Her şeyi özetleyen tek bir fotoğraf bulmayı çok istedim ama bulamadım. Aslında şimdi bile tam olmuş sayılmaz ama... Şimdi kısa kısa her kare için bir şeyler yazmak istiyorum:

1. Saat ve yanındaki motosiklet tekeri: Zaman yavaşça akıyor gibi yaparken nedense ben hep hızlıca ona yetişmek zorunda hissediyorum. Şu anda neye ihtiyacım olduğunu anlatıyor bu kare. Hayatımın bu döneminde daha fazla ve çok çok fazla zamana ihtiyacım var. Kendim için, eşim için, kızım, ailem, zevklerim, kitaplar, düşüncelere dalmak, durmak, işe yarar şeyler yapmak, işe yaramayan şeyler de yapabilmek için... Sonra ölümü çok düşünürüm ben. Öleceğiz. Zaman akıyor akıyor... Bir anı bir daha yaşayamıyoruz. Hüzünlü ama güzel de...

2. Ayna: Gerçek manada aynaya fazla bakmam ama her gün içime ayna tutarım. Ne yapıyorsun? Nasılsın? Neden? diye çok sorarım kendime. Kendinin fazla farkında olmanın bir tür tutukluk yarattığını ve kendiliğindenliği engellediğini iyi bilmeme rağmen kendimi bildim bileli böyleyim. Çözemedim bunu.

3. Hayatımdaki iki güzellik: Eşimle kızımın elleri. Sanki el ele vermiş bana bir mutluluk şarkısı bestelemişler.

4. Tarlalar, yeşiller: Böyle yemyeşil dümdüz bir yerde koşma isteğim. Hani kimi insanlar bir kıyı kasabasına gitmeyi hayal eder, denize açılmayı. Ben de ne zaman sıkılsam böyle bir yerde koşmayı hayal ederim. Belki koşarken koşarken uçmaya bile başlarım:) Hayal ya işte...

5. Yine kızımın eli: Elinden tutacak birini bekler gibi yana düşmüş. Elinden tutacak bir kimsem olduğunu, o hayata karışırken elinden tutacağımı, bazen elimi bırakıp koşacağını, bazen yine dönüp tutacağını ama beni her geri dönüşte mutlaka orada bulmak isteyeceğini hatırlatıyor